28 Kasım 2009 Cumartesi

Uzak sen istemezsen uzak değildir









Bayram sabahının yalnızlığını babamlarla geçirdiğim kalabalık kahvaltıyla doldurduktan sonra, aptalın karnı doyunca gözü yolda olurmuş deyimine uygun bir şekilde kendi evime geldim. bahçemdeki inanılmaz sonbahar havası beni otomatik çay moduna soktu. bu arada kadim dostum cengiz de gelerek şiir gibi sonbahar ışığı altında bahçede çayımızı yudumlarken gezi planı oluşturduk.

bir kaç hafta önce şehir dışında çay içerken gördüğümüz ciddi bir zirveye çıkmayı hayal etmiştik. çok büyük ve uzaktı. bir hayalin gerçekleşmesinin ne kadar güzel olacağını düşündük. çay malzemelerimizi ve ben fotoğraf makinamı alarak benim emektar renault 12 le çıktık yola.

güzel, güneşli, tadımı çıkarın bak kış gelmeden der gibi sıcak rüzgarsız bir karaman gününde vurduk kendimizi yola. şehrin gergin negatif atmosferinden doğanın sıcak kucaklayan kollarına ulaştıkça içimize akan huzuru tadmak inanılmazdı. etraf artık sonbaharın verdiği sarı kırmızı yapraklı ağaçlarla farklı bir görüntüye bürünmüş, kışa hazırım artık beyaz örtümü isterim der gibiydi.

gideceğimiz dağın zirvesini görünce bir an ürkmedim dersem yalan olur. en az 10 kilometre dağın eteğine yürüyecek ve 5 kilometre kadarda tırmanacaktık. arabayı kenara parkettikten sonra patikamsı bir yoldan başladık yürümeye. yanıma su almayı unutmuştum ve sabah annemin kahvaltıda yedirdiği lezzetli kavurma beynime su sinyalleri göndermeye başlamıştı... zaten bir şeyleri unutmazsam olmazdı :) yürürken bakımsız bahçelerde doğal büyüyen organik elmalardan yiyerek susuzluğumu bastırdım. her zamanki gibi rahat bir yürüyüş temposuyla cengizle etrafın güzelliklerini kaçırmadan, doğayı yaşayarak hissederek , ve konuşarak keyifle başladı gezimiz.

uzakta erişilmez gibi gözüken zirve biz adımlarımızı attıkça biz ona değilde dağ bize geliyormuşçasına yaklaşıyordu. yol arkadaşlığı hayat gibidir. bir ritm ister. eğer ritm tutmazsa arkadaşınızla yol zehir olur, aynen hayatınızdaki diğer arkadaşlıklarınız ve ilişkilerinizdeki gibi. yol boyunca cengizle gördüğümüz güzellikler, geleceğimize dair projelerimiz üzerine konuştuk. proje dediğimizde basit ve doğal yaşamdan başka bir şey değil. insanı geren sıkan şehir iş hayatının ruhumuzu kemiren, karanlık pompalayan dünyasından kaçma, insandan uzak yaşama hayalinden ibaret. etrafımızda bizi yöneten önyargı ve kuralları reddetmeyi her zaman kendim için kullansam da yinede şehir hayatının bana pek çok konuda sıkıntı verdiğinin bilincindeyim. benimle aynı duyguları paylaşması cengizin büyük bir şans ve bunu değerlendirmeyi planlıyoruz artık.

yanıma 10-20 geniş açı sigma objektifim almıştım. yatay sonbahar ışığında bir kaç kare almaya niyetlensemde stüdyo tarzı kuş fotoğrafı çeken ben için biraz acemice çekimlerim oldu. bu konuda üstad cengiz daha başarılıydı. bol bol çıkacağımız dağı etrafı ve kendimizi çekmekle yetindik.

dağın eteğine patika bir yoldan geldik. bütün heybetiyle karşımızda bizi bekliyordu. uzakta gördüğüm bir kaç kavak ağacı beni oraya yöneltti. düşündüğüm gibi bir su pınarı vardı. o lezzetli kaynak suyundan kana kana içtik. kısa bir oturma ve dinlenmenin akabinde allahın yürü yaa kulum demesi gibi vurduk kendimizi dağa. bisikletçi günlerimin ve sürekli dağ tırmanmanın hediyesi çok rahat ve seri adımlarla tırmanmaya başladım. fakat bir an önce zirveye çıkmayı değil, her adımımda etrafın güzelliklerini, toprağı, sararmış meşe ağaçlarının yapraklarını, etrafımızı çeviren dağları mavi gökyüzünü özümseyerek , hissederek bir tırmanma oldu.

kuş gözlem olarak hayatımın ilk çit kuşunu bu gezide görerek çok mutlu oldum. yol boyunca yürürken etrafımızda ardıç kuşları ve karatavuklar bize eşlik etti. bir kaç baştankara yüksek dallardan bizi o güzel ötüşleriyle selamladı. zirveye doğru gördüğümüz keklik sürüleri gezimizin ayrı bir lezzeti oldu.

zirveyi hayal ederken, karşımıza yeni zirveler çıktı. bu bize ayrı bir güç verdi. kayalardan tırmandık, topraklı taşlı yerlerden yürüdük. bizi çağıran zirve nihayet karşımızdaydı. zirveye ulaştığımızda inanılmaz bir hiçlik duygusu, etrafımızı saran dağların, vadilerin güzelliği ve benim için çok değerli olan sessizliğin sesi. sadece seyrettik. hissettiğim garip bir duyguydu içimdeki. yaşadığım şehirden kopup bu zirvedeki sukunet anlatılacak bir duygu değildi. etrafımı saran kurtulmak istediğim sıkıntılı düşüncelerin yokluğu bana hafiflemiş olmanın dayanılmaz tadını sundu. hayat buydu. bir hiçtik... koskoca hiç. övünecek işimiz, arabalarımız, gösterişli evlerimiz, kibir, ego, kin, nefret ve bunun gibi insanoğlunun ruhunu karartan duygular zirvede yoktu ve en önemlisi dağın umrunda değildi. olması gerekeni yaptım ve sadece sevdiklerimi düşündüm. sevgi...

cengizin telefonundan çalan kitaronun silk road şarkısı ruhumuzu sararken benim yaktığım gevenin ateşi ellerimizi ısıtıyordu. zirveye veda zamanı gelmişti. etrafa son bir kez baktım. uzakta bizi bekleyen gel diyen zirveler, yollar, vadiler ağaçlar... sessiz bir dağ inişi yaptık. cengizle mesafeyi açtım ve onu istediği kendisiyle olma duygusuyla başbaşa bıraktım. indikçe ne kadar zor bir işi başarmış olmanın haklı lezzeti ruhumu sardı. gün batımına yaklaşan güneşin yatay ışığı okadar berraklaştırmıştıki etrafı....

arabaya kadar olan yolda doğada yürümenin lezzetiyle ve içeceğimiz çayın hayaliyle yürüdük. 30 kilometre civarında yürümek iş hayatında sürekli benim gibi oturan için bedenime ilaç gibi geldi. semaverimizde oluşan bir arıza çaylarımızı evde içmemiz gerektiğini söylesede arabanın yanında oturup dağımızı son bir kez izledik gün batımına doğru.

ve şehrin karanlığına dönüş....


1 yorum:

Fatma Uysal dedi ki...

Kürşat Bey zirveye ulaşmanın verdiği duygular tarif edilemeyecek kadar güzeldir ama bazende zirveye ulaşmak gerçekten zordur. Zirveye ulaşmak için o uğurda yapılan şeyler seni onun dibine kadar götürür ama zirveye çıkarmaz o zaman bile boşver salla gitsin demeli üzülmemeli. Zirveyi dibinden o kadar yakından, onun büyüklüğünü ve kudretini seyretmekte muhteşem bir duygu.Ve unutmamalı zirveyi zirve yapan bizleriz o yüzden nerden tutarsak tutalım tuttuğumuz her yer güzeldir önemli olan farkedebilmektir.